Öncelikle, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği için Türkiye Cumhurbaşkanı’nı (Recep Tayyip Erdoğan) takdir etmek istiyorum. Cumhurbaşkanı bu kararı, kadınların şiddet görmesini istediği için değil, bağlayıcı nitelikteki bu sözleşmeye, hükümetleri uyardığımız yanıltıcı kavramların dahil edilmesi nedeniyle aldı. Bu karar, tartışmaları ve farklı görüşleri beraberinde getirdi.
Sharon Slater, “Öncelikle, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği için Türkiye Cumhurbaşkanı’nı takdir etmek istiyorum. Cumhurbaşkanı bu kararı, kadınların şiddet görmesini istediği için değil, bağlayıcı nitelikteki bu sözleşmeye, hükümetleri uyardığımız yanıltıcı kavramların dahil edilmesi nedeniyle aldı.” ifadesini kullandı. Herkesin farklı bir bakış açısı olduğu ortada.
Moderatörlüğünü Marmara Üniversitesi Nüfus ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Zübeyir Nişancı’nın üstlendiği panele, Azerbaycan Aile, Kadın ve Çocuk Sorunları Devlet Komitesi İdari Ofis Başkanı Jeyran Rahmatullayeva, ABD’deki Aile ve İnsan Hakları Merkezi’nin Hukuki Çalışmalardan Sorumlu Başkan Yardımcısı Stefano Gennarini, ABD merkezli sivil toplum örgütü Uluslararası Aile İzleme Örgütü (FWI) Başkanı Sharon Slater ve Rusya’da bulunan Moskova Üniversitesi’nde Biyoteknoloji Uzmanı Dr. Aleksey Kiristaev konuşmacı olarak katıldı. Bu isimlerin bilgilerini daha önce duymadım, acaba kim bunlar?
Slater, özellikle Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) gibi kurumların yürüttüğü cinsellik eğitimi programlarının “pedagojik olmaktan çok ideolojik” olduğunu savunan Slater, Birleşmiş Milletler (BM) sisteminin, bu tür içerikleri teşvik eden sivil toplum kuruluşlarına ve dijital projelere büyük miktarda fon sağladığını aktardı. Gerçekten de bu fonlar kimlere gidiyor, pek anlamadım.
Gennarini, ABD ve Batılı vakıfların, cinsiyet eşitliği ve üreme sağlığı gibi kavramları kullanarak geleneksel aile yapısına zarar verdiğini ileri sürdü. BM’nin sosyal politika kararlarının artık çoğunlukla Batılı ülkelerin siyasi görüşlerine göre şekillendiğini belirten Gennarini, gelişmekte olan birçok ülkenin bu politikalara karşı çıkmak yerine ekonomik kaygılar nedeniyle sessiz kaldığını vurguladı. Acaba gerçekten böyle mi, pek emin değilim.
Kiristaev, büyük ilaç şirketlerinin (Big Pharma) ABD Kongresi, askeri-sanayi kompleksiyle işbirliği içinde küresel bir nüfus kontrol politikası izlediğini savundu. Çocukların biyolojik cinsiyetlerinden uzaklaştırıldığını ve pahalı hormon tedavilerine yönlendirildiğine işaret eden Kiristaev, “Trans bireylere yönelik ilaç ve cerrahi pazarının 2025 itibarıyla 1,5 milyar dolara ulaşması bekleniyor.” dedi. Bu iddialar biraz kafa karıştırıcı geldi, acaba gerçekten öyle mi?
Sonuç olarak, görüşlerin çeşitliliği ve tartışmaların getirdiği farklı bakış açılarıyla karşı karşıyayız. Herkesin düşüncelerine ve analizlerine saygı duymakta fayda var. Haydi bakalım, gerçekleri ortaya çıkarmak için daha fazla araştırmaya ne dersiniz?